Fuzuli ( 1495- 1556)
ANA SAYFA
Fuzuli’nin Hayatı
On altıncı yüzyılın en büyük şairlerinden
birisi olan Fuzuli’nin hayatı hakkında bildiklerimiz onun şöhreti ölçüsünde
değildir.
Şairin asıl adı Mehmed’dir. Babasının adı
Süleyman’dır.
Şairin ne zaman doğduğu bilinmemektedir.
Ama 1495 yılından önce doğduğu sanılmaktadır.
Şairin doğduğu yer hakkında değişik
görüşler vardır. Kaynaklar onun doğum yeri olarak Bağdat, Hille,
Kerbela ve Necef
kentlerinden birisini göstermektedir. Şairin yaşamı bu kentlerden birinden
diğerine gitmekle geçmiştir. Şairin memleketi bu sayılan kentlerden birisi olsa
gerektir. Ömrü boyunca Irak topraklarının dışına çıkmadığını kendisi
eserlerinde söylemektedir.
Şairin çocukluğu ve gençlik yılları
hakkında hiçbir bilgiye sahip değiliz. Şairin çocukluk ve gençlik yıllarına ilişkin bilgiler, bu
çalışmamızda ortaya çıkardığımız bu dönemlerle ilgili bulguların doğruluğunu
test etme açısından büyük bir öneme sahip olmasına karşın maalesef şimdilik bu
olanaktan mahrum durumdayız. Bu nedenle bu çalışmada şairin Derindeki metinde
çocukluk, En üstteki metinde ise gençlik veya olgunluk dönemlerine ait ortaya
çıkarılan yaşam öyküsünün olay ve olgularının doğrulanması için yeni kaynaklardan gelebilecek bir yardım
beklentisi içerisindeyiz.
Şairin iyi bir eğitim gördüğü eserlerinden
anlaşılmaktadır. Fuzuli ana dili Türkçe dışında Farsça ve Arapça eserler
yazacak kadar bu yabancı dillere vakıf birisidir. Bu nedenle onun iyi bir
eğitim gördüğünü veya kendisini güzel
bir biçimde yetiştirdiğini düşünebiliriz.
Fuzuli Farsça Divanı’nın Önsöz’ünde
mahlas seçimi konusu üzerinde durmakta ve niçin Fuzuli mahlasını tercih
ettiğini açıklamaktadır. İlgili yerdeki ifadelerine göre şair, Fuzuli mahlasını
bu sözcüğün hem “boşboğaz, yersiz konuşan” hem de “erdemli oluş” anlamlarını gözönünde bulundurarak böyle olumsuz bir anlamı da
bünyesinde taşıyan bir mahlası kimsenin almak istemeyeceği düşüncesiyle ve
şiirde tek başına olmak gerekçesiyle seçmiştir.
Şair Şii mezhebindendir. Ama onda Sünni
düşmanlığını temel alan bir mezhep tarafgirliğini aramak doğru değildir.
Şairin Kürt olduğu söylentisinin bir
doğruluk değerinin olduğu sanılmamaktadır. Şairin ana dilinin Türkçe olduğu
açıktır.
Şairin ailesi hakkında pek bir bilgimiz
olmamakla birlikte kendisi gibi bir şair olan ve Fazli
mahlası ile şiirler yazan bir oğlunun olduğu bilinmektedir.
Şair Safeviler’e
bağlı bir vali olan İbrahim Han Musullu’dan himaye
görerek bir süre Bağdat’ta bulunmuştur. İbrahim Han Musullu’nun
1527 yılında yeğeni Zülfikar tarafından öldürülmesi
üzerine Fuzuli Hille’ye çekilmiştir. Şairin 1527
yılından Kanuni’nin 1534 yılında Bağdat’ı fethine kadar yedi yıl süren bu seyitler beldesindeki yaşamı
karanlıktadır. Bu dönemde kendisini okumaya verdiği, çeşitli bilgi ve bilim
dallarında geliştirdiği düşünülmektedir. Şairin Leyla ve Mecnun mesnevisinde En
üstteki metinde sunulan yaşam öyküsündeki olay ve olguların bu dönemde başından
geçmiş olması gerekir. Çünkü Fuzuli Leyla ve Mecnun mesnevisini Kanuni’nin
ordusunda yer alan Hayali Bey ve Taşlıcalı Yahya’nın
tavsiyeleriyle kaleme almış ve bu eseri Osmanlı Bağdat valisi Veys Paşa’ya ithaf edip sunmuştur. Fuzuli, Leyla ve Mecnun
mesnevisini Osmanlı döneminin başında, yani 1535 yılında yazdığına göre bundan hemen önceki ilgili karanlık
dönem bu eserin En üstteki metinde işlenen konunun malzemesini içermiş
olmalıdır.
Kanuni’nin Bağdat’ı fethiyle başta
padişah olmak üzere bazı Osmanlı devlet adamlarına sunduğu kasidelerle Fuzuli
taktir toplamak ve ekonomik durumunu düzeltmek istemiştir. Bu sıralarda Fuzuli’ye
evkaf gelirlerinden verilmek üzere bir maaş bağlanmışsa da onun Nişancı
Celal-zâde Mustafa Çelebi’ye yolladığı Şikayetname adıyla anılan meşhur
mektubunda bu maaşı alamadığı anlaşılmaktadır. Şairin bu mektubu üzerine bu
sıkıntısının giderildiği düşünülmektedir. Şairin ilgili mektubunda günde dokuz
akçelik[1] bir
gelirin peşine düşmesi ekonomik konumunun orta düzeyde olduğunu kanıtlamaktadır.
Şairin hayatını nasıl kazandığı tam
olarak bilinmemekle birlikte Farsça Divanı’nın bir kıtasında Hz.Ali’nin(r.a.) türbesinde bir ömür boyu görev yaptığı ve
bundan övünç duyduğu belirtilmektedir.
Şairin Bağdat’ta başgösteren
bir veba salgını yüzünden 1556 yılında
öldüğü ve Kerbela’da Hz.Hüseyin’in(r.a.)
türbesinin civarında defnedildiği söylenilmektedir.
[1] Günümüz
kaynaklarında bu paranın bugünkü değeri açıklanmıyorsa da küçük bir meblağ
olduğu özellikle belirtilmektedir.