ANA SAYFA

      Leyla ve Mecnun Mesnevisi:                        

      Leyla ve Mecnun öyküsü Arap, Fars, Urdu ve Türk edebiyatlarında pek çok sanatçı tarafından mesnevilerine konu olarak ele alınmıştır.

      Leyla ve Mecnun’un kökeni eski Arap halk öykülerine dayanmaktadır. Öykünün ilk doğuşu ile ilgili çeşitli görüşler vardır. Bunlardan birisine göre Mecnun 689 yılında öldüğü ve adının Kays bin Mülevvah el-Âmiri olduğu kabul edilen bir şaire bağlanmaktadır. Leyla ise bir rivayete göre aynı kabileye mensup birisi ve bir başka rivayete göre Mecnun’un amcasının kızı olan Leyla binti Mehdi el-Âmiriyye’dir. Başka bir görüşte ise Leyla ve Mecnun mesnevisinin amcasının kızına âşık olup da bunu açıklamak istemeyen Emevi ailesine mensup olan bir genç tarafından söylenilmiş şiir ve öykülerin biraraya getirilmesi ile oluştuğu iddia edilmektedir[1][1].

      Leyla ve Mecnun öyküsünün kökeni konusunda en ilginç görüş ise eski uygarlıklardan birisi olan Asur devleti(Yıkılışı: M.Ö. 612) zamanında doğduğunun  varsayılmasıdır[2][2].

      Leyla ve Mecnun’un, mesnevi nazım biçiminin özelliklerine uygun olarak düzenlenmesini İran edebiyatında Nizami-i Gencevi(Ö. 1204) gerçekleştirmiştir.

      İran edebiyatında eserlerinin nüshası şu anda elde bulunan yirmi ayrı şair Leyla ve Mecnun mesnevisini kaleme almıştır. Ayrıca İran edebiyatında Leyla ve Mecnun mesnevisi yazdığı bilinen ama eserlerinin nüshasına henüz tesadüf edilmeyen yirmi üç ayrı şair daha vardır. Urdu edebiyatında sekiz ayrı şairin Leyla ve Mecnun adlı eseri olduğu bilinmektedir. Türk edebiyatında ise on üç ayrı şairin Leyla ve Mecnun adlı eseri bulunmaktadır. Ayrıca yirmi iki ayrı şairin Leyla ve Mecnun mesnevisi yazdığı bilinmekte ise de eserlerinin nüshalarına henüz tesadüf edilmemiştir[3][3].

    Leyla ve Mecnun mesnevisi niçin bu kadar şair tarafından yeniden yazılma gereği duyulmuştur? Kuşkusuz Divan edebiyatında bu durum sadece Leyla ve Mecnun mesnevisi için geçerli değildir. Diğer mesneviler de aynı biçimde ayrı şairler tarafından yeniden yazılmıştır. Divan şiirinde bu geleneğe nazire adı verilmektedir. Batı uluslarının edebiyatlarının klasik dönemlerinde olduğu gibi Doğu uluslarının İslam dini etkisi altındaki edebiyatlarında büyük bir sanatçının işlediği bir konunun bir başka sanatçı tarafından yeniden yazılması yaygın bir gelenektir. Sanatçı konunun özünü koruyarak ayrıntılarda yaptığı birtakım değişikliklerle ve dili kullanmakta gösterdiği hünerle özgünlüğü yakalamaya çalışmaktadır. Bu geleneğin her zaman değişikliği ve yeniliği arayan çağdaş insan için sıkıcı bir anlama geldiği açıktır. Ama ilgili dönemlerin edebiyatlarında bu bir sanat ilkesiydi ve herkes de bu durumu doğal karşılamaktaydı. Sanatçının sanatını ancak usta bir sanatçının eserine nazire yazmakla geliştirebileceğine inanılırdı. Nazirenin değeri de usta sanatçının eseriyle karşılaştırmak yoluyla anlaşılırdı.

     Leyla ve Mecnun mesnevisinin(ayrıca bütün diğer mesnevilerin ve nazire olan tüm eserlerin) niçin bu kadar çok sanatçı tarafından yeniden yazılma gereği duyulduğu sorusunu bu çalışmamızın sonucundan çıkarılabilecek bir değerlendirmeyle de yanıtlayabiliriz. Fuzuli, Leyla ve Mecnun mesnevisinde kendi öz yaşamını ve iç dünyasını anlatmaktadır. Derindeki metinde çocukluğunu, En üstteki metinde ise gençlik veya olgunluk yıllarını konu almaktadır. Bu eserde Yüzeydeki metin her ne kadar Leyla ve Mecnun’un aşklarını konu alsa da Derindeki metinde ve En üstteki metinde şairin öz yaşamı ve iç dünyası işlenmektedir. Eseri inceleme yöntemimiz olan metin kırılması çalışmamız boyunca görüleceği üzere çoğu kez Yüzeydeki metindeki olay ve olgulardaki ayrıntılarda gerçekleşmektedir. Eserde nazire olarak yazılan esere göre farklı veya özgün bir  biçimde yer alan bir sözcük veya sözcük gurubu bazen Derindeki metini veya En üstteki metini ortaya çıkarabilmektedir. Bu açıdan bunca sanatçılar eserlerini her ne kadar Leyla ve Mecnun adıyla yazsa da şairlerin bu eserlerinin Yüzeydeki metinlerinde yaptıkları en ufak özgün  bir ayrıntı veya bir küçük değişiklik Derindeki metin ile En üstteki metinin konularını değiştirmeye veya farklı bir yolda  biçimlendirmeye yeterli olabilmektedir. Her şairin yaşam öyküsü ve iç dünyası  birbirinden farklı olduğuna göre bunun Yüzeydeki metine yansıması ayrıntılardaki özgünlük ve alt konularda küçük değişiklik biçiminde olmaktadır. Nazire geleneği içerisinde usta bir şairin eserine karşılık olarak yazılan Leyla ve Mecnun mesnevisinin bu ayrıntılarındaki özgünlüğü ve alt konularındaki küçük bir değişikliği ile sanatçı kaynağını öz yaşamından ve iç dünyasından alan sanatının kudretini ve  büyüsünü sunmak istemektedir.

      Fuzuli Leyla ve Mecnun mesnevisini Nizami-i Gencevi’nin Leyla ve Mecnun mesnevisine nazire olarak yazmıştır.

      Eser, yazıldığı tarihten bu çalışmamıza değin hep Yüzeydeki metini ile değerlendirildi. Eser hakkında bu yönüyle pek çok araştırma, inceleme ve eleştiri yapıldı.

      Leyla ve Mecnun, bir aşk öyküsüdür. İki sevgilinin birbirlerine olan sevgileri Mecnun’un ilahi aşka ulaşmasıyla farklı bir boyut kazanır.

     Okuyucunun Yüzeydeki metinle bağlantısının kopmaması için Yüzeydeki metinin çalışmanın bütününe dağılmış ayrıntılı bir özeti bulunmakla birlikte alıntılanan beyitlerin Türkçe nesir diliyle sadeleştirilmeleri ile de bu ilgi korunmaya çalışılmıştır. Yine de okuyucunun Yüzeydeki metine hakim olması ve onu bir bütün olarak değerlendirebilmesi için burada Yüzeydeki metinin pek ayrıntılı olmayan bir özetinin verilmesi yararlı olacaktır:

       Mecnun’un babası bir kabile reisidir. Ama arkasında yerine bırakacağı bir varisi  yoktur. Allah(c.c.) bir gün onun dualarını kabul eder ve bir oğlu dünyaya gelir. Çocuğa Kays adını takarlar. On yaşına ulaşınca sünnet edip okula yollarlar.

      Kays okulda kendisi gibi bir öğrenci olan Leyla’yı görür. Bir bakışta birbirlerine âşık olurlar. Kays’ın Leyla’ya karşı olan yakından ilgisi okulda dedikoduya yol açar. Leyla’nın annesi dedikoduları duyunca kızını azarlar ve bir daha okula göndermez. Kays okula gelip Leyla’yı göremeyince büyük bir üzüntü yaşar ve günlerce ağlar. Adı Kays iken Mecnun olur.

      Mecnun’un arkadaşları güzel bir bahar gününde kır gezintisi yapmak isterler. Gönlü üzüntüyle dolu Mecnun’u eğlendirmek, neşelendirmek için yola koyulurlar. Konak yerine geldiklerinde Leyla onlardan önce arkadaşlarıyla oraya gelmiş ve orada çadırını kurmuş bulunmaktadır. İki sevgili göz göze geldiklerinde bayılıp yere düşerler. Kız arkadaşları Leyla’yı ayıltıp hemen evine götürürler. Arkadaşları tarafından ayıltılan Mecnun eve dönmek istemez.

       Mecnun çölde tek başına kalır. Arkadaşları olan biteni gidip Mecnun’un babasına anlatırlar. İhtiyar, oğlu için çöllere düşer. Mecnun’u bulduğu zaman, Leyla bizim evde seni bekliyor, diye kandırıp eve getirir. Evde annesi Mecnun’a öğütler verir. Öğütler kâr etmeyince babası, Leyla’yı babasından istemek için yola koyulur.

      Leyla’nın babası Mecnun’un deliliğini gerekçe göstererek kızını vermez. Şayet deliliği iyileşirse bu kararından döneceğini, o zaman kızını Mecnun’la evlendirebileceğini belirtir. İhtiyar evine eli boş dönünce oğlunun iyileşmesi için her söyleneni yerine getirir. İhtiyara en son çare olarak oğlunu Kabe’ye götürmesi öğütlenir. İhtiyar oğlunu bir tahtırevana yerleştirerek bir umutla Kabe’nin yolunu tutar. 

      Mecnun Kabe’de aşk hastalığından kurtulma yerine bunun daha da artırılması yönünde Allah’a(c.c.) duada bulunur. Bu duruma tanık olan ihtiyar çaresiz bir biçimde ortada kalır. Mecnun babasından ayrılarak çölün yolunu tutar.

      Mecnun yolda rastgeldiği bir dağa gönül derdini açar. Bir gün avcının elinden bir ceylan yavrusunu bir başka gün de bir güvercini avcıya  bedellerini ödeyerek kurtarır.

      Leyla babasının evinde çaresizdir. Gönül derdini sırasıyla muma, pervaneye, aya, melteme, buluta açar; ama bunlardan gönül derdine bir deva bulamaz.

      Leyla bir gün yolda İbni Selam adlı zengin bir adamla karşılaşır. İbni Selam bir görüşte Leyla’ya âşık olur. Adam yollayıp Leyla’yı babasından istetir. Leyla İbni Selam’la nişanlanır.

      Araplar arasında Nevfel adlı bir yiğit vardır. Bu kişi kahramanlığı ve cesareti ile şöhret bulmuş bir komutandır. Bir mecliste Mecnun’un şiirlerini duyar, onun acıklı aşk öyküsünü de dinleyince Mecnun’a acır ve yardım etmeye karar verir. Mecnun’u çölde arayıp bulur, ona makamında bir yer verir.

      Nevfel, Leyla’nın babasına bir ültimatom yollayarak, Mecnun ile Leyla’nın evlendirilmesi konusundaki emrini bildirir. Leyla’nın babasının mensup olduğu kabile, bu isteğe savaşla karşılık verir.

      Mecnun, savaşta kendisi için çarpışan Nevfel’in tarafını tutması gerekirken Leyla’nın babasının mensup olduğu kabilenin askerlerinin galip gelmesini ister. Bu yüzden hiçbir savaşta yenilmemiş olan Nevfel bu savaşta bir türlü galip gelemez. Bu durum Nevfel’e bildirilir. Nevfel Mecnun’a yardım etmekten vazgeçer, onurunu kurtarmak için düşmanına bir kez daha saldırır. Bu sefer muzaffer olur. Ama yeminini yerine getirerek Leyla ile Mecnun’u evlendirmez.

      Mecnun sevgilisini görmek için dilenci kılığındaki bir ihtiyarla anlaşarak kendisini zincire vurup sevgilisinin bulunduğu yere gider. Bir başka kez de gözlerini bağlayıp “Ben körüm, dünyayı göremiyorum.” diyerek bu bahaneyle sevgilisinin bulunduğu yere gidip gizlice onu seyreder.

      İbni Selam Leyla ile evlenir. Ama Leyla gerdek gecesi uydurduğu bir öykü ile İbni Selam’ı kandırıp korkutur. Onunla ilişkiye girmez.

      Mecnun’un Zeyd adlı vefalı bir arkadaşı vardır. Zeyd de Mecnun gibi bir güzele, Zeyneb adlı birisine âşıktır. Zeyd Mecnun’a İbni Selam’la Leyla’nın evlendiği haberini getirir. Mecnun sevgilisine sitem dolu bir mektup yazar. Zeyd, İbni Selam’a muskacı olduğunu, Leyla’nın derdine deva bulacağını söyleyerek ondan Leyla ile başbaşa kalma iznini alır. Zeyd, Mecnun’un mektubunu Leyla’ya verir. Leyla da yazdığı yanıt mektubunda İbni Selam’la halvet etmediklerini ve gönlünün hâlâ Mecnun’da olduğunu söyleyerek sevgilisini rahatlatmaya çalışır.

      Birgün Mecnun’un babasına şöyle bir acı haberi iletirler: Leyla’nın babası, kızını dillere doladığı için Mecnun’u kabile reisine şikayete gitmiş ve Mecnun’un  öldürülmesini istemiştir. İhtiyar, bu acı haberi işitince Mecnun’u bulmak için çöllere düşer.

      Mecnun babasının eve dönme isteğini reddeder. Babası Mecnun’daki bazı olağanüstü halleri görünce ona nasihat etmekten vazgeçerek onu kendi haline bırakır.

      Evine yalnız başına dönen ihtiyar, kısa zamanda bu dünyaya gözlerini kapar. Mecnun vefasız bir avcıdan babasının ölüm haberini duyar, mezarına giderek gözyaşlarını döker.

      Birgün Mecnun çölde gezerken kendisi ile Leyla’nın resimlerinin çizili olduğu bir levha görür. Hemen Leyla’nın resmini siler, kendi resmini bırakır. Bu duruma tanık olan birisi bunu yadırgar. Mecnun seven ile sevilen arasında bir ikiliğin bulunamayacağını, sevgilinin ruh, kendisinin ise ona vücut olduğunu söyleyerek kendisini savunur.

      Mecnun çölde yabani hayvanlarla arkadaşlığın ötesinde bir ilişki kurar. Adeta onları yöneten bir hükümdardır.

      Mecnun karanlık bir gecede  sırasıyla Merkür’e, Merih’e ve Allah’a(c.c.) yalvararak onlardan gönül derdine bir çare bulmalarını ister. O gecenin sabahında en yakın arkadaşı Zeyd onu ziyarete gelir ve ona İbni Selam’ın ölüm haberini getirir. Mecnun rakibi olan İbni Selam’ın ölüm haberini işitince ağlamaya başlar. Zeyd, bu duruma şaşırır; onun sevinmesi gerekirken üzülmesine bir anlam veremez. Mecnun Zeyd’e her ikisinin de  Leyla’ya âşık olduklarını ama İbni Selam’ın canını verip sevgiliye kavuşmasını kıskandığını belirterek ağlamasına bir gerekçe gösterir.

      Leyla eşi İbni Selam’ın ölümünden sonra baba evine döner. Orada İbni Selam’ı bahane ederek asıl aşkı, yani Mecnun için gözyaşı döker.

      Leyla’nın kabilesinde bir gece göç çanı çalar. Herkes alelacele yola koyulur. Leyla  da  üzerinde mahmeli olan bir deveye biner. Gönül derdini deveye anlatmaya başladığı sırada deve kervandan ayrılır, çölün yolunu tutar. Gün ağarıp Leyla uyanınca kervandan ayrı düştüğünü anlar. Çölde yol iz bilen birisini aramaya başlar. Farkında olmadan Mecnun’la karşılaşır. Yabancının Mecnun olduğunu öğrenince çok sevinir. Kavuşmanın sevinciyle kendisini Mecnun’a sunar. Ama Mecnun bu aşk teklifini reddeder. Çünkü tuttuğu aşk yolunda olgunlaşmış, mecazi aşktan ilahi aşka ulaşmıştır. Leyla sevgilisinin bu yeni halini önce yadırgadıysa da sonra anlayışla karşılar. Kendisini aramaya çıkmış kervan bekçisi ile kabilesine döner.

      Leyla evine döndüğünde onulmaz aşk yarası yüzünden hastalanır, yatağa düşer. Ölüm kapısını çalmak üzere iken gönül derdini annesine açar. Ona bu sevdada Mecnun’un hiçbir suçunun olmadığını söyler. Sevgilisini temize çıkardıktan sonra dünyaya gözlerini kapar.

      Leyla’nın ölüm haberini Zeyd’den öğrenen Mecnun onunla Leyla’nın mezarına gider. Mezarı kucaklar ve Leyla diyerek ruhunu orada teslim eder. Mecnun’u  Leyla’nın mezarına  defnederler. Zeyd mezarlığı türbe haline getirerek o kutsal mekanın bekçiliğini üstlenir.

      Zeyd bir gece mezarın toprağına dayanmış vaziyette uyuduğunda rüyasında Leyla ile Mecnun’u cennette görür.

[4][1] İ. Durmuş, Leyla ve Mecnun, 2003, s.159.

[5][2] H. İpekten, Fuzuli Hayatı Sanatı Eserleri, 2000, s.43.

[6][3] A. Ateş, Leyla ve Mecnun, 1964, s.49-54.

 

 

ANA SAYFA