Metin Kırılmasını Altında Yatan Düşünsel Temel:
Sanatçı bizim metin kırılması olarak
tespit ettiğimiz eserin anlamsız, saçma, çelişkili, önemsiz veya özel bir yapı
olarak görünen noktalarında niçin iç dünyasına ve öz yaşamına ilişkin bilgileri gizlemektedir? Sanatçının
bu işi bilinçli bir çabayla yaptığını kimse iddia edemez. İnsanın ayıp
yerlerini örtmesinin altında yatan bir güdü, sakınma güdüsü olarak
adlandırabileceğimiz bir şey sanatçıyı da etkisi altına almakta ve onun iç
dünyasına ve öz yaşamına ilişkin bilgileri okuyucudan saklamasına neden olmaktadır.
Öyle anlaşılıyor ki sanatçının ruhsal dünyasında bu sakınma güdüsü ile eseri
yazmasına neden olan varoluşsal güdülerin çatışması metin kırılması olarak
adlandırdığımız noktalarda bir uzlaşmaya varmaktadır. Bu uzlaşma metin
kırılması olan yerlerdeki anlamsız,
saçma, çelişkili, önemsiz veya özel bir yapı olan özellikleri ve nitelikleri
perde yapmak suretiyle gerçekleşmektedir. Bu sayede metin kırılmasının olduğu
noktalarda hem sakınma güdüsü hem de varoluşsal güdüler göze batmadan ve
gizemli bir biçimde tatmin olmaktadır.
Şimdi bu gizemin önündeki perdeyi
aralamaya sıra geldi sanırım.
Aşağıda metin kırılmasının sözkonusu olduğu dört noktayı bir sözcük gurubunda toplayıp
bununla sanatçının varoluşsal güdülerinin neyi gerçekleştirmeye çalıştığını
belirteceğiz. Önce metin kırılmasının oluştuğu dört noktayı bir anımsayalım:
a. Gerçeklikle çatışan olay ve olgularda.
b. Toplumun dinsel anlayışı ve töresiyle
çatışan olay ve olgularda.
c. Akıl ve mantık kurallarına aykırı olay
ve olgularda.
d. Yüzeydeki metinin yapısında kendisini
gösteren özgünlüklerde ve içeriğindeki çelişkilerde.
Metin kırılmasının oluştuğu bu dört
noktayı “hakikati yadsıma” gibi bir ortak kavramda toplayabiliriz. “Gerçeklik” sözcüğü dururken bunun
eşanlamlısı olan Arapça kökenli
“hakikat” sözcüğünü niçin tercih ettik? Metin kırılmasının oluştuğu noktalar
içerisinde birinci maddede “gerçeklik”
sözcüğü yer aldığına göre diğer maddelerdeki yargıları bu sözcükte toplamaya
çalışmak bir anlam karışıklığını da beraberinde getirecektir. Hakikat
sözcüğünün gerçeklik sözcüğüne göre çok daha fazla yan ve mecaz anlama sahip
olması da bu tercihte etkili olan başka bir etkendir. Bu durumların yanında
burada “hakikat” sözcüğünü tercih etmemizin asıl nedeni bu sözcüğün kökü olan
“Hak” ile sanatçının varoluşsal güdülerinin amacı arasında bir ilgi
görmemizdir.
Birinci maddedeki metin kırılmasının
gerçekleştiği “Gerçeklikle çatışan olay ve olgularda.” ifadesi ile “hakikati
yadsıma” arasındaki ilgi açıklamaya gerek duyulmayacak bir orandadır. Çünkü
yukarıda “gerçeklik” ile “hakikat”in eşanlamlı sözcükler olduğunu belirtmiştik.
İkinci maddedeki metin kırılmasının
gerçekleştiği “Toplumun dinsel anlayışı ve töresiyle çatışan olay ve
olgularda.” ifadesi ile “hakikati yadsıma” arasındaki ilgi de gayet açıktır.
Din ve töre kavramları toplumun dokunulmaz ve kutsal gerçekliğini oluşturan
temel öğelerdir. Bunlar sadece toplumsal kuralları belirlemede etkin rol
oynamazlar. İnsanların toplum halinde biraraya
gelmesini sağlayan değerleri de temsil ederler. Bu açıdan hem dokunulmaz hem de
kutsal kabul edilirler. Din ve töre kurallarına veya değerlerine karşı gelen
veya onlarla çatışan birisi toplumun
dokunulmaz ve kutsal yönü ile ilgili “hakikatini yadsıma” durumuyla karşı
karşıyadır.
Üçüncü maddedeki metin kırılmasının gerçekleştiği “Akıl ve
mantık kurallarına aykırı olay ve olgularda.” ifadesi ile “hakikati yadsıma”
arasındaki ilgi de gayet açıktır. Akıl ve mantık kuralları gerçek yaşamın
kurallarının soyutlanmasından meydana gelmektedir. Bu açıdan akıl ve mantık
kurallarına aykırı hareket eden birisi açıkça dış dünyadaki veya insandaki
doğal bir “hakikati yadsıma”ktadır.
Dördüncü maddedeki metin kırılmasının
gerçekleştiği “Yüzeydeki metinin yapısında kendisini gösteren özgünlüklerde ve
içeriğindeki çelişkilerde.” ifadesi ile “hakikati yadsıma” arasında da bir ilgi
kurulabilir. Yüzeydeki metinin doğal kurallarını, genel yapısını ve olağan
akışını “normal” bir durum olarak karşılayıp eserin gerçekliği olarak gördüğümüz
zaman metinin yüzeydeki yapısında karşılaşılan çeşitli “özgünlükler” bir
tür “hakikati yadsıma” olarak değerlendirilebilir. Çünkü normal bir durumu
bozan veya normal bir duruma istisna teşkil eden bir özgün özellik anormal bir
durum oluşturarak mevcut olan “hakikati yadsıma”ktadır.
Yüzeydeki metinin içeriğindeki çelişkiler ise, açıklamaya ihtiyaç duyulmayacak
bir oranda “hakikati yadsıma” gayretini temsil ederler.
Böylece metin kırılmasının olduğu bu dört
noktanın hepsinde de sanatçının varoluşsal güdülerinin amacının “hakikati
yadsıma” olduğu açıklık kazanmaktadır. Burada “hakikat” sözcüğünü tercih
etmemizin asıl nedeninin bu sözcüğün kökü olan “Hak” ile sanatçının varoluşsal
güdülerinin amacı arasında bir ilgi görmemiz olduğunu belirtmiştik. Hak(c.c.),
Allah’ın(c.c.) güzel bir ismidir. Evren
ve içerisindeki canlı ve cansız bütün varlıkların gerçekliği Allah’ın(c.c.)
Hak(c.c.) güzel isminin tecellisi iledir. Ayrıca insanın bilgi, kültür, irfan dünyasında
sahip olduğu bütün gerçek ve doğru olan şeylerin kaynağı da Allah’tır.
Allah(c.c.) Hak(c.c.) güzel ismiyle indirdiği kutsal kitaplarla, gönderdiği
peygamberlerle insanlara doğru yolu göstermiş, onları batıl olan yollardan
sakındırmıştır. Demek ki sanatçı metin
kırılmasının olduğu noktalarda “hakikati yadsıma”kla
aslında Allah’ın(c.c.) Hak(c.c.) güzel
ismiyle çatışmakta, O’nu yok saymaktadır. Sanatçı varoluşsal güdüleriyle
Allah’ın(c.c.) bu güzel ismini yadsıyarak küfre düşmektedir. Metin kırılmasının
olduğu noktalarda Allah’ın(c.c.) evrendeki ve insandaki en büyük tecellilerini
temsil eden Hak(c.c.) güzel ismi yadsınarak bunun yerine sanatçının kendi öz
yaşamına ve iç dünyasına ait bir gerçeklik işlenmektedir.
Sanatçının varoluşsal güdülerinin
zorlamasıyla hakikati yadsıması büyük bir cüreti göstermektedir. Bu durum İslam
dinine giriş cümlesi olan “lâ-ilâhe illallah”ın ilk
kısmındaki “lâ-ilâhe(ilâh yoktur)”yi
andırmaktadır. Yani metin kırılması yöntemi hakikati yadsımakla tevhit
inancının parolasının ilk kısmı olan “ilah yoktur(lâ-ilâhe)” ile koşut bir
durum arz etmektedir. Allah’a(c.c.) inanmak için önce O’na engel olan şeyleri
ortadan kaldırmak gerekmektedir. Bu şeyler Allah(c.c.) inancına mani olduğu
için ruhsal dünyada bir ilah gibi saygın bir yer tutmaktadır. Bunlar yadsındıktan
sonra “ancak Allah’a(illallah)” inanılmış olunmaktadır.
Mutasavvuflar
Allah(c.c.) önünde en büyük engel olarak
insan nefsini(dünyaya dönük arzuları)
görürler. Kişiye düşman olarak
kendi nefsinin yettiğini söylerler. Bu açıdan tevhit cümlesinin birinci
kısmındaki “ilah yoktur(lâ-ilâhe)” ile nefsi dize getirmeyi ve tövbe kapısından
girerek çeşitli manevi makamlarda onun dünyaya dönük arzularını yavaş yavaş ortadan kaldırmayı
amaçlarlar.
Şimdi merak ettiğimiz şey, metin kırılması yönteminin ilk adımda
hakikati yadsıması ile tevhit inancının ilk basamağı olan ilahların yadsınması
arasındaki koşutluğa karşılık tevhit inancının ikinci basamağı olan
Allah’ın(c.c.) olumlanması ile metin kırılmasının olduğu noktalarda sanatçının
öz yaşamı ve iç dünyası ile ilgili çizgiler işlenirken benzer bir koşutluğun
meydana gelip gelmediğidir. Şayet böyle bir şey sözkonusu
ise bu durum, ister Allah’ın(c.c.) varlığına ve birliğine inansın isterse
bunları inkar etsin, gerçek bir
sanatçının eserinde metin kırılmasının olduğu noktalarda bilinçsiz bir biçimde
tevhit cümlesini(lâ-ilâhe illallah)
zikrettiğini göstermektedir.
En büyük sanatçı olan yüce Allah(c.c.)
hiçbir şeyi boş yere yaratmamıştır. Yıldızların, güneşin, gezegenlerin, ayın,
dünyanın ve dünya içerisindeki canlı ve cansız varlıkların birer anlamları
vardır. Varlıklar O’nun güzel isimlerini ve sıfatlarını anlatmak için
yaratılmıştır.
Yüce Allah(c.c.) yarattığı kullarına
verdiği kısmi irade ile onların kendisini tanımalarını murat etmiştir. Oysa
insana verilen kısmi iradenin eğilimi ve yönelimi görünüşte yüce Allah’ın(c.c.)
bu muradı ile çatışmaktadır. Çünkü kısmi iradenin gücü bazı insanlarda üst
sınıra ulaşmakta ve onların bir sanatçı kimliği ile kendilerinin en önemli ve
anlamlı yönlerini ortaya koyma güdüsünü yaşamalarına neden olmaktadır. Sanat
eseri böyle bir güdüyle varlık kazanmaktadır.
Sanatçının sahip olduğu en önemli ve
anlamlı yönü kısmi iradesiyle her gün duyu organlarının izlenimi, duygu,
düşünce, hayal ve eylemleriyle ördüğü öz yaşamı ve iç dünyasıdır.
Eserde işlenen her şeyin bir anlamı
vardır. Başka bir ifade ile söylersek eserde anlamsız hiçbir şey
bulunmamaktadır. Eserinde işlediği şeyler içerisinde yer alan ve metin
kırılmasının işlerlik kazandığı maddelerde sözkonusu
edilen olay ve olgulardaki yapı özelliği, çelişki, aykırı durum ve çatışmalar
ile ortaya çıkan ilgili durumlar, sanatçının saçmaladığı anlamına
gelmemektedir. Olağandışı veya gerçek
dışı bir özellik arz eden, toplumun dinsel anlayışı ve töresiyle çatışan ve
akıl ve mantık kurallarına aykırı olan
olay, olgu ve öğeler ile metinin yüzeydeki yapısında kendisini gösteren
özgünlükler ve çelişkiler değerlendirildiği, yorumlandığı zaman bizleri
sanatçının iç dünyasına ve öz yaşamına götürmektedir. Bu ilgili durumlar eserin
yüzeysel boyutunda saçma, çelişkili ve anlaşılmaz görülürken metin kırılması
yöntemi ilgili olay, olgu ve öğeleri sanatçının öz yaşamına ve iç dünyasına
götüren en anlamlı ve önemli malzemeler olarak değerlendirmektedir. Nasıl yüce
Allah(c.c.) evrende saçma bir şey yaratmamışsa bir sanatçı da görünüşteki
saçma, çelişkili, anlamsız ve önemsiz olay, olgu ve öğeler için kendi
varoluşsal gerçeği dışında başka birisinin kısmi iradesine sahip değildir.
Yüce Allah’ın(c.c.) bir ve tek oluşu(tevhit)
gerçeğinin doğal bir sonucu olarak O’nun bu sıfatlarıyla vasıflanan sanatçı kendisini, yani öz yaşamını ve iç
dünyasını sanat eserinde özgür, eşsiz ve benzersiz bir biçimde sunmaktadır.
Sanatçı eserinde kendi varoluşunu bu
ilahi sıfatlara dayanarak ortaya koymaktadır.
Büyük bir sanatçı ister yüce
Allah’ın(c.c.) varlığını ve birliğini kabul etsin isterse bunları kabul etmesin
kendi varoluş kaygılarının bir ürünü olan eserinde veya eserlerinde yüce
Allah’ın(c.c.) güzel isimleri olan el-Vâhid’in(c.c.)
ve el-Ahad’ın(c.c.) tecellileri(olan tevhit
anlayışı), metin kırılmasının olduğu noktalarda sanatçının öz yaşamına ve iç
dünyasına ilişkin çizgiler biçiminde
kendisini göstermektedir[1][1]. Allah’ın(c.c.) evrende her bir olay,
olgu ve varlığa vurduğu el Vâhid(c.c) ve el- Ahad(c.c.)
mührü gibi sanatçı da metin kırılmasının oluştuğu noktalarda kendisine ait öz yaşam ve iç dünya ile kişisel niteliklerini ve özelliklerini eşsiz,
benzersiz bir varoluş ile işlemektedir. Allah’ın(c.c.) evrende eşsiz ve benzersiz oluşunu gösteren sonsuz
sayıdaki isim ve sıfatlarını yansıtan ayetlerine karşılık onun bir kulu olan
sanatçının metin kırılmasının oluştuğu noktalarda kendi öz yaşamının ve iç
dünyasının sınırlı sayıdaki niteliklerini ve özelliklerini sergilerken dile
getirdiği eşsiz ve benzersiz olma biçimindeki bilinçdışı çabası arasında bir
koşutluk bulunmaktadır. Bu durumda sanatçının metin kırılmasının olduğu
noktalarda sergilediği eşsiz ve benzersiz olma biçimindeki bilinçdışı çabası
ilahi bir karakter arz etmekte ve yüce
Allah’ın(c.c.) güzel isim ve sıfatları ile evrenin bütün olay, olgu ve
varlıklarında tecelli edişi gibi bir ilahi oluşu karşılamaktadır.
Sanatçının eşsiz ve benzersiz olma
özelliklerini ve niteliklerini taşıyan öz yaşamını ve iç dünyasını sergileme
yönündeki bilinçdışı çabası, kaynağını ve gücünü Allah’ın(c.c.) varlık âleminde
yalnızca insana verdiği kısmi iradeden almaktadır. Her ne kadar kısmi iradenin
eğilimi görünüşte Allah’ın(c.c.) kullarının kendisini tanıma yönündeki muradı
ile çatışsa da gerçekte başka bir boyutuyla da Allah’ın(c.c.) iradesi
doğrultusunda hareket etmektedir. Çünkü kısmi irade evrendeki bütün olay, olgu
ve varlıklarda olduğu gibi yüce Allah’ın(c.c.) el- Vâhid(c.c.)
ve el-Ahad(c.c.) güzel isimleri ile damgalanmıştır.
Kısmi irade Allah’ın(c.c.) el-Vâhid(c.c.) ve el-Ahad(c.c.) güzel isimleriyle damgalandıktan sonra insanın
emri altına girmektedir. İnsana verilen özgürlüğün “kısmi irade” olarak
adlandırılmasının altında da bu gerçek yatar. Bu yüzden sanatçı kendisine ait
olan öz yaşamını ve iç dünyasını Allah’ın(c.c.) tekelinde bulunan bu eşsiz ve
benzersiz olmayı ifade eden isimlerinin
gölgesinde ifade etmeye çalışmaktadır. Bu tevhit gölgesi sanatçının öz yaşamını
ve iç dünyasını metin kırılmasının olduğu noktalarda bilinçdışı bir biçimde
işlemesine neden olmaktadır. Bu yönüyle büyük bir sanatçının eseri,
Allah’ın(c.c.) varlığı ve birliğinin,
eşi ve benzeri olmamasının en büyük ayetidir.
Kısmi iradenin bünyesinde birbirine
karşıt olan varoluşsal güdüler ile Allah’ın(c.c.) eşsiz ve benzersiz olmayı
ifade eden isimlerinin gölgesinin bulunmasının nedeni onun kendisine özgü
yapısından kaynaklanır. Zira kısmi irade ruh ve nefis olarak adlandırdığımız
iki ayrı varlığın birleşmesinden veya ortak etkilerinden oluşmaktadır. “Ruh, Rabb’imin emrindedir[2][2].”, “Nefis
ise, daima kötülüğü emreder[3][3].” Ruh doğası gereği Allah’ın(c.c.) eşsiz
ve benzersiz oluşu gerçeğine yönelip O’na kul olmak isterken nefis kendi
varoluşsal güdülerinin amacını gerçekleştirmeye çalışmakla O’na baş kaldırmakta
ve şirk koşmaktadır.
Sanatçı eserinde metin kırılmasının
olduğu noktalarda mutasavvufların fenafillah(benliğini
Allah’ta[c.c.] yok etme) makamı olarak adlandırdığı durumu andırır bir şeyi yaşamaktadır. Çünkü
ilgili noktalarda öz yaşamı ve iç dünyası ile ilgili gerçekleri Allah’ın(c.c.)
eşsiz ve benzersiz olmayı ifade eden isimlerinin gölgesinde verirken bunların
hiç birinin bilincinde olmamaktadır. Adeta büyük sofiler gibi kendisinden geçerek ene’l-Hak(Ben Hakk’ım.) demektedir. Kendisinin en anlamlı ve önemli
gerçeği olan öz yaşamına ve iç dünyasına ilişkin bilgilerini Allah’ın(c.c.)
varlığı ve birliği örtüsü altında bilinçdışı bir biçimde vermektedir. Büyük bir
sanatçı ister Allah’ın(c.c.) varlığına ve birliğine inansın isterse bunlara
inanmasın metin kırılmasının olduğu noktalarda sergilediği bu bilinçdışı
durumla eseri Allah’ın(c.c.) varlığını ve birliğini temsil eden bir ayeti olmaktadır.
Yukarıda, konunun başında, sanatçının
içerisinde bulunduğu bilinçdışı durumu insanın ayıp yerlerini örtmesinin
altında yatan bir güdüyle, sakınma
güdüsü olarak adlandırabileceğimiz bir şeyle eşleştirmemizin nedeni
nefsin kendi varoluşsal güdülerinin amacını gerçekleştirirken ruhun ilahi bir
cezbeyle bu işte engelleyici bir rol oynamasıdır.
Gördük ki sanatçı metin kırılmasının
olduğu noktalarda hakikati yadsımakla ve onun yerine kendi öz yaşamına ve iç
dünyasına ait bilgileri bilinçdışı olarak Allah’ın(c.c.) eşsiz ve benzersiz
olmayı ifade eden isimlerinin gölgesinde işlemekle farkında olmadan İslam dinine giriş parolası
olan tevhit cümlesini(lâ-ilâhe illallah)
zikretmektedir. Hemen belirtelim ki bizim İslam diniyle şereflenmemiş
birisinin metin kırılması ile İslam dinine girmiş olduğunu savunmak gibi bir
amacımız yoktur. Din bilinçle seçilir. Kimse bilinçdışı dünyası ile din
değiştiremez. Biz burada her şeye kadir olan yüce Allah’ın(c.c.) sanatçının
kendisine mal ettiği, yarattığını sandığı eserinin de asıl hakimi olduğunu anlatmak istiyoruz.
Bir mümin nasıl evrenin olay, olgu ve
varlıklarına bakıp bunlarda Allah’ın(c.c.) güzel isim ve sıfatlarının
tecellilerini hayranlıkla seyretmekteyse nitelikli bir okuyucu da büyük bir
sanatçının eseri karşısında metin
kırılmasının olduğu noktalarda sanatçının bilinçdışı bir biçimde kendi iç
dünyasının ve öz yaşamının gizlerini ifade edişini büyük bir şaşkınlıkla
okumaktadır. Müminin evrene bu çeşit bakış açısı ile nitelikli bir okuyucunun
esere bakış açısı birbiriyle koşuttur.
Bilindiği üzere Kuran-ı Kerim’in
peygamberimize inen ilk ayeti “Oku(İkrâ)” sözcüğü ile başlamaktadır. İlgili ayetin tamamı
şöyledir: “Yaratan Rabb’inin
adıyla oku.”[4][4] Kuşkusuz bilimsel ve sanatsal eserler
arasında büyük bir ayrım vardır. Bilimin tevhit anlayışının hizmetinde olduğunu
kimse inkar edemez. Ama sanat eserleri
için bunu nasıl söyleyebiliriz? Nitelikli bir sanat eseri evrenin en
büyük gerçeği olan tevhit olgusunu nasıl
doğrulayabilir, daha doğrusu bilimsel eserler gibi nasıl onun hizmetinde
bulunabilir? Metin kırılması yöntemini buluncaya kadar bu sorunun peşinden epey
bir süre koşturduk.
Sanat eserinde böyle bir tevhit
anlayışı bulunmasaydı Allah(c.c.) insanlara ilk uyarısında okunacak eserleri
bilimsel olanlarla sınırlı tutardı. Metin kırılması yöntemi sanat eserlerini
okumada ve anlamlandırmada tevhit gerçeğinin bilinçdışı bir biçimde sanatçının
öz yaşamını ve iç dünyasını egemenliği altına aldığı düşüncesinden hareketle
bulunmuştur. Bu nedenle en büyük sanat
eseri olan evrenin en büyük gerçeğini yansıtan tevhit olgusu, metin kırılması
yönteminin bulunmasında temel ilham kaynağı olmuştur.
Metin kırılması yöntemine önem veren
nitelikli bir okuyucunun evrenin olay, olgu ve varlıklarına tevhit anlayışı yönünde bakması, doğal bir
eğilim ve süreçtir.
[1][1]Allah’ın(c.c.) el-Vâhid(c.c.) ve el-Ahad(c.c.) güzel isimleri birbirlerine yakın bir anlama
sahiptirler. Aralarındaki anlam ayırtısını şu örneklerde anlayabiliriz:
Dünyadaki bütün ağaçların yaprakları ortak bazı nitelikler ve özellikler
taşırlar: biçim, renk, yapı, işlev v.b. bakımlarından. Bu durum bütün ağaç
yapraklarının eşsiz olan “bir tek
yaratıcı(el-Vâhid[c.c.])” tarafından yaratıldığını göstermektedir.
Birbirlerine olan benzerliklerine karşın, velev ki aynı ağaçta da olsa, dünyada
birbirinin aynısı iki yaprağın
bulunmaması, bunların “benzeri
olmayan tek yaratıcının(el-Ahad[c.c.])” eseri olduğunu kanıtlamaktadır. Aynı durum
insan yüzleri ve sayısını ancak
Allah’ın(c.c.) bildiği bütün
bitkiler ve hayvanlar… için de
geçerlidir.
[2][2] Kuran-ı Kerim, sure: İsra,
ayet:85
[3][3] Kuran-ı Kerim, sure: Yusuf, ayet: 53
[4][4] Kuran-ı Kerim, sure:Alak,
ayet:1